1
Âh mine'l aşk...
	  Yazar: i can... but i won't
	  on
	
23:22
	  in
	  
Aşk

“Önce, aşk vardı. Gökler kat kat kurulmamış,  yeryüzü kadem kadem örülmemişken aşk vardı. Ay geceye saklanmadan ve  gölge güneşe nikâhlanmadan aşk vardı. Kaderi heceleyen mühürlü defterden  ve üzerine ant içilen kalemden önceydi O. Önce yoktu ve aşk vardı.” 
Sessizliğin  sesinin hüküm sürdüğü bir sessizlikteydi o ses: “KÜN!” dedi âlemlerin  sahibi. Kendi zâtından bir cevher… Mayasına aşk konulan Nûr-u  Muhammedi’den önceydi. Önce yoktu ve aşk vardı. Nihayet âşıklar geldi  bir bir âleme:
“Âşıklar  vardı… Hamken yanan, piştikçe olan âşıklar… Onlar kan ve gözyaşıyla  boğulmuş bir coğrafyanın tam ortasındaki rahmet yapısı; yalnız Mecûsî ve  putperestlerin değil, bin kez dahi tövbe bozanların açık kapısıydılar.  Baktıklarında aşk’ı görür, kalktıklarında aşk’a yürürlerdi…Âşıklar  vardı… Dünya hayatını anlık ve aşk’a kulluğu sultanlık bilen âşıklar…  Lütfunda olduğu gibi kahrında da aşk’ı sezen ve nefislerini halkın  eliyle ezen âşıklar… Âşıklar vardı; asasını fersahlarca ötelere atan ve  uzak iklimleri vatan yapan âşıklar…”
Ömür  Ceylan böyle anlatmıştı aşkı “Önce Aşk Vardı” adlı yapıtında. Bir zaman  makinesinden gözgülerle ve âyinelerle nazar etmişti yaşamın mayası olan  aşka. Aşkın çöllerinden geçerken Mecnun’a, sevda dağlarını aşarken  Ferhat’a, muhabbet kuyularında su ararken Yusuf’a uğramıştı.Aşkımız  layık değildir onların aşkına. Emre dilinde bir sevdadır bizimki de.  Aşkı tarife kalkışmak haddimiz değildir elbet; ama bizim de sevdiğimize  nutkumuz vardır onların diliyle. Her zaman dediğimiz gibidir yine  diyeceklerimiz onun diliyle. Söz bizden, ilham kendisindendir. O Sultana  arzımız vardır:
Sultanım!
Gözünden  süzülen bir damla yaşa güzellemedir bu. Ayın şavkı vururken sevdamın  üstüne, zümrüt yeşili yalımlardan yeniden damıt aşkımı. Dünya sürekli  aşk derlerken ve mevsimler heyecanla aşka ilerlerken büyüt aşkımı.  İsrafil suruna üflemeden ve toprak bedenimizi çürütmeden besle aşkımı.
Uzaktasın  şimdi. Uzaklıkların uzak olamayacağı kadar uzakta… Canıma can katan bir  sevdanın sıcaklığına yanacak ve gönlümü kor gibi yakacak gözlerine  bakacak kadar uzakta… Mahzunluğumu duyurmayacak ve gözyaşlarımı huzuruna  sunamayacak kadar uzakta… Sesine vabeste bir sevdanın selinde yoluna  baş koyacak kadar uzakta… Sesin, Davud’un kuşları başına toplayan sesi;  nefesin Meryemoğlu İsa’nın yarasaya can veren nefesi gibidir bizim için.  Toprak seni hikâyet eder bize. Ateş yanışımıza, su ağlayışımıza, hava  sana soluk alışımıza şahittir.Şahit ol ey sevdaların gerçek sahibi!  Sevdiğimizi senin için severiz biz. Senin huzurunda, senin zatından  kopup gelen bir sevdayı severiz biz.Şahit ol ey aşkların gerçek sahibi!  İbrahimî bir ateşle yanarak ve Musa misali denizleri yararak sevdalımıza  koşarız biz. Maddeden ibaret bir dünyada mananın sonsuzluğuna ererek  aşkı besleriz biz.
Sevgili!  Bekliyorum şimdi seni.Dualar ve âminlerle bekliyorum seni. Hazanın  değdiği bir çiçeğin yaprağında... Düşlerin tam ortasında, uyku ve  uyanıklık arasında…
Sevgili!  Aç gözlerini. Bekliyorum şimdi seni… Nuh tufanından önceydi, Öncelere  açılmıştı gözler. Zaman, Nuh’un gemisindeydi; henüz yarılmamıştı gökler.  Sağanaklara karışıp süzülürken ben, daha anlamlı değildi sözler.  İsmail’e koç inmemişti ve Yusuf kuyuya düşmemişti.“Elestü” sorusuna  muhatap olmadan kalem seni yazmıştı bile. Çizilmişti gözler kader  denilen deftere. Musa’nın asası bölerken denizi, gözlerin sulbündeydi  Musa’nın. Zülkarneyn’in elindeki kılıçta ve Süleyman’ın konuştuğu  kuştaydı gözlerin. Yunus’un balıkta bulduğu, Eyüp’ün sabırda soluduğu,  İsa’nın nefesindeydi gözlerin. Davut’un sesinde tılsımlı, Harun’un  nefsinde sınırlı, Mısır çöllerinde saklıydı gözlerin. İsrafil’in  sûrunda, Mikail’in nurunda, Cebrail’in kanadında, Azrail’in can  hasadındaydı gözlerin. Gözlerin gözlerimdeydi sevgili… Yumma  gözlerini.Sevgili! Bekliyorum şimdi seni. Zamandan ve mekândan münezzeh  olanı şahit tutuyorum sevdama. Sevgili! Bekliyorum şimdi seni.
Bekliyorum Sevgili…
İsmail Emre Atan
İsmail Emre Atan

