“Dikkat ediniz ki, insanın cesedinde bir et parçası vardır
O et parçası sâlih oldukça bütün vücuddaki âzâlar sağlam olur
Eğer o fâsid olursa bütün cesed bozulur
O et parçası kalptir”
(Hadîs-i Şerif)

Kalbine iyi bak sevgili sûfî…
Mevlânâ’nın Uzak dediğin yer ancak bir karış diyerek adres verdiği kalbine…
Aşk’ın Hüsn için nice basamaklardan geçip, nice engelleri aştığı kalp ülkesine…
Sedef içinde inci gibi parlayan kalbine…

Öyle iyi bak ve öyle iyi gör ki; himmetle inen ve hikmetle süslenen aşkın
senden aşkın bir hâl alsın Taşkınlarca sevgilinin diyârına ulaşsın Korkma…

Âşık ve mâşuk arasında öyle bir yol vardır ki, içinden geçen bütün cümleler
hurûfî bir edayla tek tek ulaşır muhatabına Kalpten kalbe yol vardır Çünkü
Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ…

Kalbine iyi bak sevgili sûfî…
Kalp ki maddeden öte mânâ, dikenden öte gül-i rânâ…
Sula sevgili sûfî, sula Kan nehirleri arasında kalan kalp vadisini istek, aşk, marifet, istiğna,
tevhid, hayret ve yoklukla sula Sonrası bekâ… Sonrası sıla…

Kalbin ki, bütün yolların kaynağı ve bütün yolların son durağı
Cânânı aramak için kalbinden çıktığın bu yolda varacağın yer yine kalbin aynası…

Çünkü ey sevgili sûfî… Seven ve sevilen birbirinin aynısı

Mevlânâ boşuna söylemedi ya:
Gönül, kemâlinden bir iz bulunca; can, canı içinde seni buldu

Mevlânâ mıydı bulan, yoksa Şems-i Tebrizî miydi arayan?
Aranmakla bulunmuyorsa, ancak bulanlar arayanlarsa neydi bu ikiz ruhları karşılaştıran?
İki bedeni tek ruha, iki kalbi tek aşka bağlayan zincirin adı neydi?

Dil, muhabbet dese de bütün dillerden yüce, bütün dillerden öte bir şeydi
Lisân-ı hâl bile bu muhabbetin sırrını çözmeye yeterli değildi

Aynı anda fikretmek, aynı anda hissetmek ve aynı anda zikretmek…

Kalpten kalbe giden yolu sözden öze dökülen bir sohbetle,
gözden gönüle akan bir ateşle beslemek…

Doyumsuz bir ateşle beslenmek…

Ve Aşkî’nin kaleminden:

İftirâk-ı sohbet-i cânâna doymaz gönlümüz
İhtirâk-ı âteş-i hicrâna doymaz gönlümüz

Kalp kalbin diğer yarısı ve bundandır ki kalp kalbe karşı…

Çünkü üç harfe ve beş noktaya gizlenen bir lugat var arada
Çünkü Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ…

Kalbine iyi bak sevgili sûfî…
Çağlar öncesinden devraldığın ve çağlar ötesine sakladığın, her yanını aşkla donattığın kalbine…

O kalp ki mücellâ, o kalp ki müstesnâ…
Sen değil miydin, Bende Mecnûn’dan füzûn âşıklık istidâdı var, diyen?
Âşık-ı sâdık isen, kalbine iyi bak sevgili sûfî… Hikmeti gör Gör…

Aşk odu evvel düşer ma’şûka andan âşıka diyor Fuzûlî
Bil ki, pervanenin kül olması için ilkin mumun alev alması gerekli

Yanan kim, Mevlânâ mı Şems mi? Aşk dâvâsında sen, ben ne fark eder ki?
Âşık gelmiş, mâşuk gitmiş ne fark eder ki?

Üzerine bastığın toprak aynı ise, geçtiğin yollar aynı ise yan yana durmak şart mıdır vuslat ânında?

Kavuşmak, bedenen değil kalben bir olmaktır aslında
Çünkü Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ…

Kalbine iyi bak sevgili sûfî…
Gülden bülbüle uzanan bir dal varsa, mâşuktan âşığa uzanan bir kol varsa
kalpten de kalbe giden bir yol vardır

Bu yolda lisân-ı hâlle örülmüş bir muhabbet vardır

Kalbine iyi bak ey sevgili sûfî!
Kalbini noktalara sakla Bil ki, bu yolda hükümdar…

Hükümdar bile (Muradî) ancak ve ancak bir nokta kadardır:

Elbette bu hâlimden o yârin haberi var

Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ
(Kalpten kalbe yol vardır )

Senem Gezeroğlu