4

Söz Nâbi'den Açılmışken..

Yazar: i can... but i won't on 19:16 in
Nâbi deyince söylenecek sözlerin sayısı bir hayli artıyor. Sevgili lâ, konuyu açmışken, ben de sevdiğim bir olayını sizlerle paylaşmak istedim. Öncelikle, Nâbi hakkında kısa bir bilgi vererek başlamak istiyorum. Şairimizin asıl adı Yusuf’tur. Nâbi, onun “hiçlik-yokluk” anlamına gelen mahlasıdır. Bilindiği üzere “Na” ve “Bi” kelimeleri Arapça ve Farsça’da “yok” anlamına gelmektedir. Nâbi’nin ismiyle ilgili bu ayrıntı bize çok önemli bir hususu hatırlatıyor. Varlık kapısına ulaşmak ve lütufla muamele görmek için insanın önce “yokluk” elbisesini giymesi gerekiyor. Şair, hikemî tarzdaki şiirlerin ustasıdır. Eserlerinin tamamına yakınında, okuyucunun hocalığını üstlenip, ona yol göstermeyi kendisine görev bilmiştir. Bunda da, yaşadığı dönemin etkisi büyüktür. Zira, kendisi gerileme dönemi şairlerindendir. O dönemde de, ortalık bir hayli karmaşık olduğu için, bu yolu seçmiştir.
Eserlerinde, duygulu anlatıma pek yer vermez. Hemen her objeden garip öğretiler çıkartabilir. Eleştiri yapmak en birincil amacıdır.

Divan Edebiyatımızın ünlü şairlerinden Nâbi, ŞanlıUrfa şehrinde doğmuştur. Şiirleri dilden dile elden ele dolaşarak İstanbul'a ulaşmıştı. Ne var ki Nâbi'yi İstanbul da şahsen tanıyan kimsecikler yoktu. Bir gün Nâbi ŞanlıUrfa'dan İstanbul'a gider. O dönemde şairlerin buluştukları bir kıraathaneye uğrar. Şair ve edipler kendi aralarında sohbet etmektedirler.


Nâbi, bir köşede oturmakta olan iki kişiye selam vererek yanlarına oturur. Bu durumdan hoşnut olmayan şahıslar, Nâbi'yi başlarından savmak için aralarında şöyle bir plan düzenlerler:

Birisi bir mısra şiir söyleyecek, arkadaşı aynı redif ve kafiyeli bir başka mısra ile ona cevap verecek. Dolayısıyla Nâbi’yi de işin içine sokacaklar, doğru bir cevap alamayacakları için de onunla alay edecekler; gururu kırılan yabancı da kalkıp gidecek yanlarından, onlar da eski rahatlarına kavuşacaklar.

İki arkadaştan birisi, ünlü İran şairi Sadi'nin şu mısrasını söyler:

"Ela ya ey-ü ey saki edir kees'en ve nadir ha " der.

(Ey saki, senin sunduğun o kadar seçkin ki )

Karşısındaki, yine Sadi'den ikinci mısrayı söyler :

"Ki ışk asan-ı dide veli efkende müşkil ha" der.

(Ki gözdeki aşk damlaları kadar bulunması zor olan )

Bu iki mısra da "ha" redifi ile bitmektedir. Yani yabancının da "ha" redifi ile biten bir mısra söylemesi gerekmektedir. Nâbi düşünedursun tam o anda kıraathane görevlisi, kase içindeki ayranı Nâbi'ye uzatır ve Nâbi; hemen şu beyiti söyler:

"Tutup kees'in (kase) kenarından, zerafetle bir höpürdet,

Desinler ayran içmekte bu emmi amma mahir ha."

Bu irticali beyti duyan iki arkadaş şaşkınlığa düşüp, yabancının adını sorarlar. Nâbi deha dolu şu beyitle cevap verir:

"Bende yok sabr-ü sükun, sende vefadan zerre.

İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre."

(Bende sabır, sükunet, sende de vefanın zerresi yok; iki yoktan ne çıkar düşünelim bir kere )

Bilindiği gibi Nâ ve Bi edatları, Farsça ve Arapça'da olumsuzluk ekleridir. Önüne geldikleri kelimeleri olumsuz anlamına sokarlar. Mevcut, namevcut ; günah, bigünah gibi.

Bu diyalogtan sonra orada bulunanlar Nâbi’den özür dileyerek ellerine sarılırlar :)

Sözü onun bir beyitiyle tamamlayalım:

Gönül ne arzû-yı câh ider ne tâc u taht ister

Reh-i himmette ancak kalb-i nerm ü pâ-yı saht ister.

Diyor ki şair: “Gönül ne rütbe, ne tac ne de taht ister. O gayret yolunda yumuşak bir kalp ile sebat eden bir ayak ister.”

Hayatı boyunca istikamet üzere olan bir şairin bu tutumunu sanırım bundan daha güzel ifade imkânı yoktur. Evet, ne “rütbe” ne “tac...” Allah’ın rızasına, sevgilisinin şefaatine nail olabilmek... Gaye budur. Bunun yolu da “yumuşak kalp”, “sebat eden bir ayak” sahibi olmaktan geçiyor.


|

4 Comments


Dediğin gibi sevgili illâ Nâbî deyince öyle çok söyleyecek şey var ki bu hikayeyi senden dinlemekte ayrı güzeldi daha bir çok konu açasım geldi Nâbî'den :))

en sevdiğimiz beyiti yazmadan susmak olmaz :)

"Kalem kec-dil, mürekkeb rû-siyeh, kağıt dü-rû bilmem,
Kimi etsem o şûha arz-ı hâlim yazmada mahrem?"

Kalem eğri dilli, mürekkep siyah yüzlü, kağıt iki yüzlü! Şimdi kalkıp arzuhalimi yazmaya kimi mahrem kılayım?



şimdi ben seni kimlere anlatayım ey illâ :)


Yüreğinize sağlık!
Değil mi esas muhabbet;Rıza-i İlahi ile yoğrulmak..

'Sakın terki- edepten kûy-i mahbûb-i Hudâ'dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ'dır bû '

Selametle kalınız.


Bu ikiz ruh sahibelerinin hep dediği bir şey vardır, eğer Rahmân'a değmiyorsa bir sevginin ucu o sevgi birgün biter, mühim olan dediğiniz gibi Rıza-i İlahi ile yoğrulup beraber yürüyebilmek, Rabbim daim kılsın.

teşekkürler Pepela.


Nur-u aynım, bu güzel beyiti hatırlattığın için çok teşekkür ediyorum. Ne güzel bir beyittir değil mi (:

Bizler arz-ı hâlimizi O’na (Celle Celaluhu) ulaştırmışız ki, bir Ramazan günü erdirdi bizi visâle :)

Cafe Pepela,
Değerli yorumlarınız için teşekkür ediyorum. Her işte esas gâyemiz Rıza-i İlahi olmalıdır tabii. Bu niyetle yola çıkmak güzel sonuçları da beraberinde getiriyor Rabbim'in izniyle. Allah'ım daim eylesin inşallah :)

Copyright © 2009 lâ-illâ All rights reserved. Theme by Laptop Geek. | Bloggerized by FalconHive.