Söz Nâbi'den Açılmışken..
Eserlerinde, duygulu anlatıma pek yer vermez. Hemen her objeden garip öğretiler çıkartabilir. Eleştiri yapmak en birincil amacıdır.
Divan Edebiyatımızın ünlü şairlerinden Nâbi, ŞanlıUrfa şehrinde doğmuştur. Şiirleri dilden dile elden ele dolaşarak İstanbul'a ulaşmıştı. Ne var ki Nâbi'yi İstanbul da şahsen tanıyan kimsecikler yoktu. Bir gün Nâbi ŞanlıUrfa'dan İstanbul'a gider. O dönemde şairlerin buluştukları bir kıraathaneye uğrar. Şair ve edipler kendi aralarında sohbet etmektedirler.
Nâbi, bir köşede oturmakta olan iki kişiye selam vererek yanlarına oturur. Bu durumdan hoşnut olmayan şahıslar, Nâbi'yi başlarından savmak için aralarında şöyle bir plan düzenlerler:
Birisi bir mısra şiir söyleyecek, arkadaşı aynı redif ve kafiyeli bir başka mısra ile ona cevap verecek. Dolayısıyla Nâbi’yi de işin içine sokacaklar, doğru bir cevap alamayacakları için de onunla alay edecekler; gururu kırılan yabancı da kalkıp gidecek yanlarından, onlar da eski rahatlarına kavuşacaklar.
İki arkadaştan birisi, ünlü İran şairi Sadi'nin şu mısrasını söyler:
"Ela ya ey-ü ey saki edir kees'en ve nadir ha " der.
(Ey saki, senin sunduğun o kadar seçkin ki )
Karşısındaki, yine Sadi'den ikinci mısrayı söyler :
"Ki ışk asan-ı dide veli efkende müşkil ha" der.
(Ki gözdeki aşk damlaları kadar bulunması zor olan )
Bu iki mısra da "ha" redifi ile bitmektedir. Yani yabancının da "ha" redifi ile biten bir mısra söylemesi gerekmektedir. Nâbi düşünedursun tam o anda kıraathane görevlisi, kase içindeki ayranı Nâbi'ye uzatır ve Nâbi; hemen şu beyiti söyler:
"Tutup kees'in (kase) kenarından, zerafetle bir höpürdet,
Desinler ayran içmekte bu emmi amma mahir ha."
Bu irticali beyti duyan iki arkadaş şaşkınlığa düşüp, yabancının adını sorarlar. Nâbi deha dolu şu beyitle cevap verir:
"Bende yok sabr-ü sükun, sende vefadan zerre.
İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre."
(Bende sabır, sükunet, sende de vefanın zerresi yok; iki yoktan ne çıkar düşünelim bir kere )
Bilindiği gibi Nâ ve Bi edatları, Farsça ve Arapça'da olumsuzluk ekleridir. Önüne geldikleri kelimeleri olumsuz anlamına sokarlar. Mevcut, namevcut ; günah, bigünah gibi.
Bu diyalogtan sonra orada bulunanlar Nâbi’den özür dileyerek ellerine sarılırlar :)
Sözü onun bir beyitiyle tamamlayalım:
Gönül ne arzû-yı câh ider ne tâc u taht ister
Reh-i himmette ancak kalb-i nerm ü pâ-yı saht ister.
Diyor ki şair: “Gönül ne rütbe, ne tac ne de taht ister. O gayret yolunda yumuşak bir kalp ile sebat eden bir ayak ister.”
Hayatı boyunca istikamet üzere olan bir şairin bu tutumunu sanırım bundan daha güzel ifade imkânı yoktur. Evet, ne “rütbe” ne “tac...” Allah’ın rızasına, sevgilisinin şefaatine nail olabilmek... Gaye budur. Bunun yolu da “yumuşak kalp”, “sebat eden bir ayak” sahibi olmaktan geçiyor.