11

Kapatın Gözlerinizi…

Yazar: i can... but i won't on 13:55 in ,
Kapatın Gözlerinizi. Şöyle dizlerinizin üzerine oturun. Ellerinizi göğsünüzün altında birbirine bağlayın. Gözleri açmak yok ama. Boş verin nedeni-niçini. Başınız sol omzunuzun üstünden kalbinize doğru bükülsün haydi. Şimdi düşünün bir Allah dostunun huzurundasınız. O asla tarif edemeyeceğiniz kokuyu duyuyor musunuz?

İçeride sizden başka yedi-sekiz kişi daha var. Bakışlarınız öne doğru düşmüş. Sanki bir siz varsınız, bir O. Başınızı kaldırıp etrafa bakmaya çekiniyorsunuz. Sessizlik müthiş. Siz hiç konuşmuyorsunuz; fakat kalbiniz hiç susmuyor. Bir yandan layık olamayışın mahcubiyeti ile kızarıyor yüzünüz. Bu bir lutuf.
Allah dostu girişte hemen sağda oturmuş. Sol kolunun altında biraz yüksekçe bir yastık var. Yastığın arka kısmında bir GÜL demeti. Sağ yanında gümüş bir şekerlik. Çayını yudumluyor. Sol işaret parmağını sol kaş ucuna dayamış. Görünüşte burada bu odada ama aslında başka bir yerde gibi. Yalnızca onun görebildiği bir şeyleri seyreder gibi…
Bir ara başınızı kaldırıp bakıyorsunuz. Kapının önünde pür-edep duran biri var. Bir ara ona bakıyor göz ucuyla. Anlıyor adam. Bu başka bir dil olmalı. Adam yaklaşıyor. Şekerlikten üç şeker alıp adamın avucuna bırakıyor. Bir şeyler söylüyor.
Şimdi sesini duyuyorsunuz aman Allah’ım… Sözler hacim kazanıyor dudaklarında. Bu kelimeler o an yaratıldı sanki. Hafifçe tebessüm ediyor. Bakışlarınızı kaçırıp sehpanın arkasına biraz daha saklanıyorsunuz şimdi. Daha önce tebessüm eden birini hiç görmemiş olduğunuzu düşünüyorsunuz. Okuduğunuz menkıbeler kalbinize hücum ediyor.
O elleri birbirine kenetliyor. Odaya ondan yayılan dalga dalga yayılan tevazu… Bakışlarını yerden kaldıramıyor gibi. Sanki mahcup bir ifade var yüzünde. Siz biraz daha saklanıyorsunuz yanınızdakinin arkasına doğru. Ne zamandır burada olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bir cevabınız yok. Burada bu anda ruhunuzu teslim etmek istiyorsunuz. Edebin tevazunun tarifi ondan önce nasıl yapılıyordu acaba diye soruyor içiniz de bir ses.
Gözlerini kapatıyor birden. Sanki bir şeyler söyleyecek. Sol elini sağ avucunun içine alıyor. Kapıdaki adam bir tepside çay bırakıyor sağ yanına. Bakışları yerde hala. Bakışını kaldırıp tebessüm ediyor. Hoş geldiniz, diyor kainat o sözden ibaret kalıyor. Fısıltıyla hoş bulduk, demeye çalışıyorsunuz. Ama dudaklarınız sizi dinlemiyor. Ne dediğinizi nasıl dediğinizi bilmiyorsunuz. O’nun elleri kenetli hala. Parmaklarına takılıyor gözünüz. Dikkatinizi toplamaya çalışıyorsunuz. Söylediği hiçbir şeyi unutmamalıyım diyorsunuz. O sohbete devam ediyor. Bundan önce söylediklerini düşünüyorsunuz sahi ne demişti? Aklınızda hiçbir şey yok. Vazgeçiyorsunuz hatırlamaya çalışmaktan. Orada olmanın hazzına bırakıyorsunuz kendinizi.
O anlatmaya devam ediyor niyetten bahsediyor. Söz veriyorsunuz kendinize. Her sabah evden çıkarken…nasıldı o cümle? Hatırlamaya çalışıyorsunuz kalbiniz susmuyor. Ellerini arkadan bağlamış bir adam geldi diyor. Mahşeri düşünüyorsunuz. Onu çıkartıp asfalta koydu… Ağlamaklı oluyorsunuz birden kalbinizi bildiğini biliyorsunuz kalbiniz bunu bilmiyor. Mahşerde nasıl tanıyacak bizi diyor.
Sus diyorsunuz içinize susmuyor. O çayından bir yudum daha alıyor. Kalbinizdeki o ses bağırmaya devam ediyor. Milyarlarca insanın içinde bizi nasıl bulacak? Bir kutuyu tarif ediyor o sıra. Yüzünüz kızarıyor. Halının altına girmek istiyorsunuz. Başınız omuzlarınıza gömülü ama size baktığını biliyorsunuz. Ses devam ediyor: Mahşerde nasıl tanıyacak bizi?
Ani bir sessizlik… O birden susuyor. Siz kalbinizi söküp atmak istiyorsunuz. Sessizlik müthiş. Yeniden tane tane anlatmaya başlıyor:
Bir adam vardı. Garip, kimsesiz bir adam. Bağ bahçe işleriyle uğraşır, sebze-meyve yetiştirirdi. Şehir pazarı oldu mu mahsulünü devesine yükler satmaya götürürdü. Nehrin üstündeki köprüden geçer pazara gelirdi. Akşama kadar satabildiğini satar satamadığını devesine yükler evine dönerdi. Bir gün adamın devesi yavruladı. Artık pazara giderken yavru deveyi de yanlarına alıyorlardı. Köprüden geçerken yavru deve nehre yuvarlanıp öldü. Annesi orada feryat edip inlemeye başladı. Ne zaman o köprüden geçseler deve orada durur feryat ederdi.
Adam devesinin haline üzülür, bu kadar figan ediyor ciğerleri hasretten yandı delindi derdi. Bir gün deve ortadan kayboldu. Köylü yükünü omzuna alıyor pazara böyle gidip geliyordu. Bir zaman sonra devesini bir başka adamın yanında görünce sevindi bu deve benimdir, dedi. Ama adam oralı olmuyor devenin sahibi benim, diyordu. Münakaşa ettiler anlaşamadılar. Mahkemelik oldular. Kadı efendi devenin gerçek sahibini anlamaya çalışıyordu. Köylü dedi ki: Benim devemin bir yavrusu vardı köprüden düşüp öldü. Yavrusunun ardından öyle feryat ederdi ki ben ciğeri delinmiştir derdim. Deveyi keselim, eğer ciğeri delikse bu adam bana bir deve alsın değilse ben ona bir deve alırım. Kadı efendi diğer adama baktı. Adam olur deyip kabul etti. Deveyi kestiler baktılar ciğeri deliktir. Devenin sahibinin kim olduğunu anladılar.

Aşıkların ciğerleri de deliktir maşuk onları nerede olursa olsun bilir tanır.
O sözünü bitirirken siz kan-ter içinde kalıyorsunuz. Kaçmak kaybolmak yok olmak istiyorsunuz. Ellerinizi ciğerleriniz üzerinde kavuşturmuşsunuz. O size hiç bakmıyor. Kalbinizden utanıyorsunuz. Çayından bir yudum daha alıyor. Ellerine sarılmak istiyorsunuz. Dudaklarınızdaki teri siliyorsunuz ellerinizle. Boğazınıza bir hıçkırık düğümleniyor. Başınızı hiç kaldıramıyorsunuz ama her şeyi görüyorsunuz sanki. Yanında bir adam var elindeki kağıtları gösteriyor. O bir şeyler soruyor adama. Her şey bir hayal gibi. Bir şey tarif ediyor. Parmakları kağıdın üzerinde. Ben burada mıyım diye düşünüyorsunuz. Adam kağıtları toplayıp kalkıyor. Siz dizlerinizin üzerinde daha bir toparlanıyorsunuz. Üç şeker veriyor adama. Başınızı kaldırıp etrafa bakıyorsunuz sizinle gelenlerden kimse yok orada! Hıçkırarak ağlamaya başlıyorsunuz.
Biri sarsıyor sizi. Ezan sesi geliyor uzaklardan. Kan-ter içindesiniz. Bir feryat yükseliyor ta ciğerinizden. Biri daha hızla sarsmaya başlıyor sizi. Aç artık gözlerini dediğini duyuyorsunuz. Ezan sesi berraklaşıyor. Yatağınızın üzerindesiniz. Titriyor hıçkıra hıçkıra ağlıyorsunuz. Elleriniz göğsünüzde bağlı. Ezan sesi geliyor uzaklardan…

Serdar Tuncer




|

11 Comments


Mahşerde nasıl tanıyacak bizi diyor. Sus diyorsunuz içinize susmuyor. O çayından bir yudum daha alıyor. Kalbinizdeki o ses bağırmaya devam ediyor. Milyarlarca insanın içinde bizi nasıl bulacak? Bir kutuyu tarif ediyor o sıra. Yüzünüz kızarıyor. Halının altına girmek istiyorsunuz. Başınız omuzlarınıza gömülü ama size baktığını biliyorsunuz. Ses devam ediyor: Mahşerde nasıl tanıyacak bizi?

işte tam bu noktada bir ekleme yapmak istiyorum. bir kutuyu tarif ediyor derken aklıma Gavs Hazretlerinin sohbetinde bahsettiği olay geldi ve sizlerle de paylaşmak istedim :)

Bir gün bir zat bir rüya görüyor. Bir baktı ki kıyamet olmuş. Bütün insanlar haşra gelmiş, Allahû Teâla nın huzurunda toplanmışlar. Kendi de yolun kenarında boğazına kadar çamura girmiş. Adem (a.s), bütün peygamberler, hulefa, sahabiler, evliyalar ve en son peygamber efendimiz (s.a.v.) yanındaki yoldan geçtiler. Kurtarmaları için hepsinden yardım istedi ama hiç kimse ona yardım etmedi. Herkes ümmetini almış gidiyor. Ben de tam asfaltın kenarında çamura girmiş, boğazıma kadar çamura batmışım. “Eyvah, ebedül ebed burada kaldım.” dedi. Tam ümidimi kestim, çok üzüldüm. Baktı ki sofi şeklinde bir insan asfaltın başından geliyor. Çağırayım mı çağırmayım mı diye tereddütte. Peygamberler geçti, evliyalar geçti beni kurtarmadı da bu gelen mi beni kurtaracak, diye düşünürken, Sofi dönüyor "Ben sizi kurtarayım mı?" Hemen elini uzattı, asfaltın üzerine çıkardı. Haydi gidelim! dedi. Beraber giderlerken, hiç kimse beni kurtarmamışken beni kurtaran bu zat acaba kimdir diye merak edip sordu. O kadar peygamberler, büyük zatlar bile beni kurtarmamışken, siz kimsiniz, beni kurtardınız? dedi. O kişi de; Ben Şâh-ı Nakşibend'im (k.s.a.) dedi. Adam da, Efendim, dünyadayken sizin isminizi çok duydum, sizin bir sürü halifeleriniz, sofileriniz vardı onlar nerede? diye sorunca Şah-ı Nakşibend (k.s.a) cebinden bir kutu çıkarıp onu açtı, Bizim halifelerimiz, sofilerimiz hepsi bunun içindedir, diye gösterdi. Hiç haşr görmesinler, kıyamet görmesinler diye buradadırlar. Haşr, hesab, mizan göstermemek için Allahû Teâla dan şefaat taleb ettik Allahû Teâla da kabul buyurdu. Biz onları zahmet çekmesinler Allahû Teâla nın huzurunda mahçup olmasınlar, ayıpları ortaya çıkıp yüzleri kızarmasın diye direk cennete götürüyoruz. Biz Allahû Teâla dan böyle istedik ve Allahû Teâla da bize böyle verdi, dedi.

Gavs Hazretleri devamla;
Devam ve sadakâtle hepimiz o kutunun içine girmeye çalışalım. Siz de dua edin, biz de dua edelim inşaallah hepimiz o kutunun içine girelim.

Gayret göstermek lazım. Çalışmak lazım ama. İnşallah büyük bir ümidimiz vardır.
Allahû Teâla inşallah bizi o yoldan ayırmasın, o yolun mükafatını bize versin. Amin :)


Rabıta; uzaktayken bile yanında olmak için kurulan manevi bir bağ...

Bir zaman uzaktayken bile yanında olmak için kurulan bağ, bir zaman sonra onsuz bir an yok ki... bir zaman sonra ise onunlayken bile ona özlem duymak....

Bir gün ruyamda; mahşer meydanı insanlar bölük bölük olmuşlar, her bir bölüğün başında da mürşidi var. Bir nevi avukat vazifesi görüyorlar, sorulara onlar cevap vereceklermiş... başında mürşidi olmayan tek olan insanların hallerine hayıflnıyorum aman Allah'ım ne kadar işleri tek başlarına nasıl cevap verebiecekler diye... Anlatmıştım bir güzel gönüle, el hak doğrudur demişlerdi...

Sayfanız bereketli, feyizli.... Serdar Tuncer kardeşimin çok harika:) teşekkür ederim bu sayfadan haberdar olmama vesile olduğunuz için:)

Selam ve Muhabbetle!


Sevgili Râna,
Hoş geldiniz, muhabbetle geldiniz, ne iyi ettiniz (: O kısacık anlarda O nuru izlerken bile insanın içini yakan özlem neyle tarif edilir, nasıl anlatılır.
Rabbim muhabbetinizi, muhabbetimizi daim eylesin inşallah :)
Yunus Emre'nin bir şiirinde dediği gibi "Bir kâmil mürşide varmayınca olmaz." Bunları sade şiir gözüyle görmemek lâzım. Ayetlerin lisanından konuşur Hak şairinin şiirleri.
Böyle büyük, emniyetli bir yoldayız. Makinistimiz işinin kâmilen ehli bir Allah dostu. Allâh yolumuzdan ayırmasın, kıymetini bilmek nasip etsin, hak yolda kâim eylesin inşallah.

Mehmet Ildırar diyor ya bir yazısında,
Bir müminin Allah yolunda izleyeceği yolda ilk işi velayet makamıyla karşılaşmak olacaktır. Bu makamda olan kâmil insanın terbiyesine kendini teslim ettikten sonra risaletin, Allah Rasulü’nün hakikatini anlamaya doğru yol alabilecektir. Tasavvufta “fenâ fi’r-rasul” denilen makam, risaletin hakikatinin, Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in güzel ahlâkının idrak edildiği, kazanıldığı bir makam olur.

Tevbeyle başlayan bu yolculuk, kâmil mürşitler ve Peygamber Aleyhisselam’ın vasıtasıyla, onların bereket ve teveccühleriyle Allah’ın rızasına ulaşmakla tamamlanır. Bir insan için de Allah’ın kendisinden razı olmasından daha büyük bir nimet yoktur.

Rabbimden "Kulum senden râzıyım." sözünü duymaktan daha büyük bir nimet var mıdır sahi? :)


bu yazıyı yorumlamak için niye bu kadar geciktim bilmiyorum. Yazıyı ilk gördüğümde kapatın gözlerinizi başlığı bana Dursun Ali abimizin Miraç şiirini hatırlattı diyor ya şiirde "Kapatın gözlerinizi karanlığı dinleyin" ne müthiş bir şiirdir insanı Miraca ve o güne götürür. Her neyse burdan resme geçmek istiyorum resimde kilitlendim ardından uzun süre. Yani hayatımda gördüğüm en en en karelerden biri. Bilirsin beni sevgili illâ her gördüğüm sakallıyı Arap sanırım :))) öyle bir haldi işte sen bilirsin hissettiklerimi. Ardından yazıyı okudum ve ardından yorumunu sanırım beklediğim yorumunmuş. Yorumla beraber tevekkül fikri alevlendi içimde. Bizi nasıl tanıyacak elbette biz boş durunca değil. Namazlarla oruçlarla ve önderlerimizle tanınacağız inşaAllah.

Sevgili Rânâ öncelikle hoşgeldiniz sayfamıza şeref verdiniz.

Allah dostları kıymetlidirler. Ve yol gösterici kutupturlar. Biz kullar tek başımıza dünya aleminde kendimizi kayberiz ellerimizden tutarlar. Hani Efendimizin diyor ya Sahabelerim yıldızlar gibidir hangisine tutunursanız kurtuluşa erersiniz. İşte birer yıldızda Allah dostlarıdır.

biz teşekkür ederiz ki yalnız bırakmadınız bizi.

yeniden görüşebilmek duası ile.


bloğumun izleyicileri aasına katıldığınız için teşekkür ederim :)


Muhtesem Olaganustu Bi Blog Emegine Saglik Seni Tanidigimdan Cok Sansli Hissediyorum Kendimi
Saygilar Sevgiler
MOBIN


Biz teşekkür ederiz Zenn :)

Teşekkür ederim Mobin hoşgeldin blogumuza :)


Sevgili Mobin,
Hoşgeldin öncelikle, seni buralarda gördüğüme sevindim ben de :)

Zennn~~, hoşgeldiniz :)


Ve sevgili lâ,
Kapat gözlerini
Ve karanlığı seyret.

Ne güzel bir şiirdir ve ne güzel bir kalptir okuyan (:


Kapatın Gözlerinizi…
adlı makalede neden HAMANEİ'nin bir resmi eklenmiş? bizde alim mi az? mevlanaların, tebrizilerin şirazilerin bir temsili resmi yokmuydu?


Biz bizde alim az demiyoruz öyle desek blogumuzdan Mevlana'dan birçok şey paylaşmazdık blogumuzu incelemeden yorum yapmayın isterseniz! Ayrıca bu bizim zevkimiz beğendiğimiz resimleri ekliyoruz zevkler sorgulanamaz!

Copyright © 2009 lâ-illâ All rights reserved. Theme by Laptop Geek. | Bloggerized by FalconHive.