Kalbi Temizler Ekolü
"Ben insanlara hiç kötülük yapmıyorum, fakirlere arada sırada yardım da ediyorum, demek ki Allah'ın istediği ahlaktayım." demek, kendi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir ne nedir? Çünkü Kur'an'a göre kalbin temiz olması demek, Allah'a yönelmiş ve O'na itaat etmiş olmak demektir. Allah'ın rızasını ve rahmetini kazanmanın yolu "iyi insan" olarak tanınmak değil, Allah'ın Kur'an'da tarif ettiği şekilde bir mümin olmaktır.
Sözü fazla uzatmadan yazıya geçmek istiyorum :)
Bazı kardeşlerimiz, kalp temizliğini sadece, insanlar hakkında bir kötülük düşünmemek, yahut yardımsever olmak gibi çok basit bir mânâda anlıyorlar.Bununla da kalmayıp, insanlara iyi davranmakla, Allah’a ibadet mükellefiyetinden kurtulduklarını zannediyorlar. Bu, şeytanın bir hilesi, nefsin bir oyunudur.
Bu kişiler namaz kılan, ibadet eden bir mü’minin günlük hayatında İslâm’ın ruhuna ters düşen ve diğer insanlara zarar veren bir takım noktalar tespit ediyorlar. Bunları öne sürüyor ve “Bu adam namaz kılıyor ama, şu hataları da işliyor, ben ise, onun düştüğü hatalara düşmüyorum. çünkü benim kalbim temiz!” diyerek kendi ibadetsizliklerine, onun kusurlarında bir özür kapısı bulmaya çalışıyorlar.
Bu tip yanlış değerlendirmeler sadece namaz kılmayanlara mahsus değil. Namaz kılan bir mü’min de İslâm’ın diğer emirlerini kendisinden daha iyi yerine getiren bir kardeşi hakkında benzer şeyler söyleyebiliyor. Hidayet rehberimiz, Peygamber Efendimiz’den (asm) bir Hadis-i Şerif: “İlk kez bir günah işlendiği zaman kalpte bir kara leke hâsıl olur. Eğer sahibi pişman olur tövbe, istiğfar ederse kalp yine parlar.” Bu Hadis-i Şerif’den temiz ve selim kalbin, ancak günahlardan salim olan ve isyanlarla kararmamış bir kalp olabileceğini öğreniyoruz.
Farzlar te’vil kaldırmaz. Onlarda yanlış yorum yapmaya ve hakikatı saptırmaya kimsenin hakkı yoktur. Allah emretmiş, Resulûllah (asm) da bu emrin nasıl yerine getirileceğini bir ömür boyu mü’minlere öğretmiş, tâlim etmiş. Asr-ı Saadeti takip eden bütün asırlarda bu emirler aynen tatbik edilmiş. Her taraf câmilerle, mescidlerle, medreselerle, tekkelerle dolup taşmış. Derken âhir zamana gelinmiş. Dünyaya dalma, dinden uzaklaşma, sefahatta boğulma, menfaat peşinde koşma devri gelip çatmış. İbadet terkedilmiş, ilim bir yana atılmış, irfandan uzaklaşılmış. Bu bozuk atmosferde, nasıl olmuşsa olmuş, yeni bir grup çıkmış ortaya: Kalbi Temizler Ekolü.
Bunlar ondört asrın bütün mü’minlerine ters bir caddede yürümeye başlamışlar. Bu ekolün mensupları, kendi haklarında, tevbe kapısını âdetâ kapamışlar. Ben senin kalbine nasıl bakayım? Kalp manevî olduğu gibi, onun hassaları, lâtifeleri de manevî. Bunlar tezahür olmadan, açığa vurulmadan nasıl bilinebilir!?
Karşınızda açlıktan inleyen bir zavallı. Ve yanıbaşında para küpü denecek kadar zengin biri. Niçin bu adama yardım etmiyorsun diyecek oluyorsunuz: “Yardım etmediğime bakma, benim kalbim şefkat dolu, merhamet dolu…” diye karşılık veriyor size. Şefkat ve merhamet, kalbe ait güzellikler. Ama onlar, fukaraya serilen sofrada, yahut verilen sadakada kendini gösterir.
Takva, kalbe ait bir başka güzellik, bir başka kemâl. O da, günahlardan uzak kalmakla ortaya çıkar, bilinir. İmanın da bir tezahürü vardır. Kişinin kalbindeki imanını diliyle de ifade etmesi gerekir. İman ancak böylece sahih olur. Dilden şehadet olarak dökülmeyen bir imanın varlığına nasıl hükmedilebilir? Kalbin, Allah’ın emirlerine karşı itaatkâr olması da bir başka güzelliktir. Bu güzelliğin tezahürü, belirtisi, nişanesi, ispatı ise ibadettir. Bir insan, namaz kıldığı halde nefsini yenememişse, işlerini Rabbinin emirlerine göre tanzim etmiyorsa, bu adam namazın hakikatına erememiştir. Ama o kul, bu hatasını namazı terkederek tedavi edecek değildir. Bunun yolu yine namazdan geçer.
Mizanda, zerre kadar iyilik de kötülük de tartılacak. Biz, “kalbimiz temiz” diyerek nefsimizi baş köşeye oturtup başkalarının günahlarına bakacağımıza, kendi noksanlarımızla ilgilensek ve onları tamamlamaya gayret göstersek o gün daha kârlı çıkarız. Biz o âlemde, başkalarının hatası nispetinde değil, kendi sevabımız miktarınca derece alacağız. Başkasının noksanlığı bizi yükseltmeyecek. Bu dünyada bile onun misâllerini yaşamıyor muyuz!?.. Bir meyveye elimiz erişmediği zaman, ayağımızın altına birşeyler koyuyor ve ona ulaşıyoruz. Yoksa, boyu bizden daha kısa olanlara bakmakla midemize birşeyler gitmiyor.
[NEV-NİYÂZ ve DEDESİ]
- Geçenlerde bir hâdise duydum. Hatta şahid olanları dinledim. Çok üzüldüm. Yedi ceddi şeyh olan bir aile Avrupa’da seyahat ve ikâmet ederlerken sanki eskiden zorla imân etmişlermiş gibi hem ibâdâtı hem tesettürü bırakıvermişler. Öyle kalsa gene bir derece. Bu yetmezmiş gibi tesettürlü Müslüman kardeşlerimizi de bağnazlık ve mürtecilikle (gericilik) itham eder, levmederlermiş (kınarlarmış). Din ve imân, içindeki hissiyâtmış, önemli olan kalbin pâk olması ev âleme sevgi ile nazarmış ?!
- Bak sen şu işe erenlerim… Bunlar yeni değil, bu sapık itikad evvelden de var idi. Ya hû kalpleri en iyi bilen kimdir? Hz. Allah (cc) O Hak Teala ki Kur’an-ı Kerim, Kelam-ı Kadîm’inde, Sure-i Mülk’te ne buyuruyor: “Her şeye, hiçbir şeyin ihâta edemeyeceği şekilde muktedir olan o Allah ki ölümü ve hayatı yarattı ki sizin hanginizin en iyi ameli (işi) var ortaya çıksın, âşikar olsun.” buyuruyor. O halde düşünmez mi ki bu ahmak insan, kalpleri en iyi bilen Allah Teala bile kuluna amel güzelliğini zâhir eylemesini emrederken kulları nasıl amellerindeki bozukluğu ile temiz kalbini arzetmeye kalkar. Küpün içinde ne varsa dışına o sızar. Bir devletin kanunu ihlal eden ve eşkıyalık yapan, ben devletime aşığım, vatanperverim dese devletin hakimi bu çürük mazereti suçun hafifletilmesi veya cezanın iptali için vesile kabul eder mi hiç?!