Sırların..
Ayna nedir? Saydam bir camın arkasındaki “sır” denilen ve çok ince metal bir tabakanın sürülmesinden elde edilen bir âlet. Sır, bazı nesnelere parlaklık verir, onları dış etkilerden korur, sızmalarını önler. Türkçemizde, küp parlaklığını yitirdirdiğinde , “küpün sırrı dökülmüş” deriz. Peki, aynanın sırrı dökülmüş ise, kendimizi aynada seyredebilir miyiz? Sır olmazsa, ayna olur mu? Ayna olmazsa, kendimiz olur muyuz?
Bugün pek çok kişi aynaya maddi anlamda güzel görünmek için bakıyor olsa da, kendi manevi güzelliklerini, derinliklerini görebilmek için aynaya bakmak insanı heyecanlandırır. İnsana kendisini ve insan olanı gösteren aynadaki sır, herkese söylenemeyen şeydir; gizli bir hakikattir. Bu hakikat, müşâhedetullahın mahalli olan kalpteki lâtife olarak yer alır.
Bir işin, bir şeyin dikkat, yetenek, tecrübe ve sezgi yardımıyla kavranabilen en zor, en ince yanını anlatmak için de sır kavramını kullanırız. “Mânâ itibariyle mevcut olan var-yok arası kapalılık” (el-Luma, 431) ile uğraşan, yani ilmin hakikati ve hâlin ma'rifeti üzerine yoğunlaşan insan, sırra erebilir. Sırra ermek deyimi, gizli tutulan veya sır durumunda olan bir şeyi anlamak ve kavramaktır.
Bir veliye tevhid nedir diye sorulmuş. Verdiği cevap çok mânidardır : “İki ayna arasında bir elmadır.” Berbere gittiğinizde kaç tane siz varsınız? İki ayna arasındaki cisim sonsuza çıkar; ama bir tanedir. Taşkın Tuna'nın “Bir Elma İki Ayna” isimli eserinin ilham kaynağı olan bu cümleyi derinlemesine tahlil etmeliyiz ki, aynanın rolünü kavrayabilelim. Sonsuzluk yolu, ayna olmanın özelliklerini kazanabilen sırdaş iki kişinin varlığı ile başlayabilir. Yoksa, bir şeyden haberi olmayanlarla sürekli oturup kalktık mı, bu yolu yitirdik demektir:
Ehil olmayanlarla bir soluk bile eğleşme
Aynayı suya attın mı, paslanır elbet.
İnsan için ten mi aynadır yoksa can mı? Cevabını Mesnevi-i Şerif'in ilk beyitlerinden verelim:
Ten canın aynasıdır, can tenin
Lâkin olmaz can gözü her kimsenin.
Bu sorunun cevabını farklı bir açıdan da anlamak için yeni bir soru da sorabiliriz: Mecnun mu Leylâ idi yoksa Leylâ mı Mecnun?
Sırra eren sırrî , tam anlamıyla bir sûfîdir . Kendisi de sır olan kişi, artık bir sır küpüdür. Birçok sırları bildiği halde hiçbirini açığa vurmamaktadır. Kendisine lütfedilen sırrı fâş ederse, aynasının arkasındaki tabaka dökülmeye başlayacak ve camdan kendisini değil hep başkalarını görecektir. Sırrı fâş edene, yeni sırlar verilir mi? Atasözümüzde ne güzel ifade edilmiştir: “Söyleme sırrını dostuna, onun da dostu vardır, o da söyler dostuna.”
Şairin tenbihi de bu atasözümüzü destekler:
Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.
Sen kendi sırrını saklayamazsan, el sana nasıl sırdâş olur.
İmam Şâfî rh.a., “Sırrını saklamasını bilen, işinin hâkimi olur.” der. Çünkü ser verip sır vermeyen, serverdir. “Sır etmek” deyiminde işaret edilen anlam, bir şeyin kapanması, gizli olanın söylenmemesidir.
Kur'an-ı Kerim, sırlarla dolu bir sır kitabıdır. Kur'an'la sırdaş olabilenler, ondaki anlam derinliklerini de keşfedebilirler. Hadis-i şerifler sırlar deryasıdır. Hiçbir sırrı olmayan insan, bu yüce ve ilâhî kaynaklardan hangi sırrı anlayabilir ki! Allah katında değeri olan insanların yazdıkları da sırlarla bezenmiştir. Bu sırların şifrelerini nasıl çözeceğiz?
Muhammed İkbâl'in Yeni Gülşen-i Râz isimli “vahdet”i anlatan muhteş em eserini Türkçe 'ye kazandıran Ali Nihad Tarlan, bu eser için “sır güllerinin açtığı bahçe” demiştir. Böyle bir bahçede, güllerin etrafında, onların kokularıyla mest olarak dolaşmayı kim istemez ki!
Ancak sır güllerinin açtığı, bu güllerin rayihalarıyla cennet bahçesi haline geldiği böyle bir mekâna girebilmek, bu güllerin sırlarıyla sırdaş olmaya bağlıdır. Çünkü şairin mısralarında ifade ettiği gibi, her gonca başlı başına bir sırdır:
Bu bahçede açılan her gonca
Sırlar açıyor yerden gökten.
İbn Arabî'nin Füsûsu'l-Hikem isimli eserinde belirttiği üzere, “her mevcûdun ezelde bir ayn sabitesi vardır. Mevcut, bu ayn-ı sâbitenin gerektirdiği biçimde dış âlemde gerçekleşir. Neyin neyi gerektirdiğini sadece Allah bilir.” Dolayısıyla her varlık bir sırdır. Sır olduğunu bilen; sırlanan ve sırlarıyla ayna olabilen bir varlık, hem Hakikat'in aşkıyla yanar, kavrulur, hem de O'nun rengine bürünür:
Gerçek aşkına yandı ânın
Cümle boyandı rengine ânın.
Her şeyi ayakta tutan şey “Sır”dır. Sırrı ortadan kaldırabilirseniz, o her şey hiçbir şey olur. Hasbi olmak için “sır”lanmalıyız. Çünkü nefs çok kaygan bir zemindedir. Yaptığımız ibadetler, iyilikler, güzellikler kalpte kalmayabilir. Bunun sonucunda da kendisi de bir “sır” olan ve/veya bir “sır” mekânı olan kalbimiz bir ayna haline dönüşemeyebilir. “Sır”larımız kalpte kalmalı ki ayna haline gelebilsin.
Sırrını keşfeden, sırrını saklayabilen ve sır tutabilen ve böylece âlemde âdem olmayı başarabilen insan, yine İbn Arabî'nin kitabına ad olduğu üzere, “Mir'atü'l-İrfan” yani İrfan Aynası'dır. Bu aynaya bakanlar, kendilerini tanıma imkanına kavuşabilirler ve aynalar onlara yeni bir yol lutfedebilirler .
Veya Necip Fazıl'ın şiirinde yer aldığı gibi, bazen bu aynalar insanın yolunu da kesebilirler. Çünkü kendisine bakan için aynanın gerçekçi bir yönü vardır. Mevlânâ Hazretleri'nin Mesnevî'sinde anlatıldığı üzere, adamın biri yolda bir ayna bulur. Çirkindir, aynaya bakınca kendini görür ve çok çirkin olduğunu anlar. Sonunda aynayı tekrar yere atar ve şöyle der: “Boşuna değil, sahibin seni atmış, terketmiş.” Mustafa Kutlu, “Sır” isimli hikâye kitabında bu sırrın serüveninden mi bahsetmektedir?
Gönül aynasından ufku seyredebilen yani sır ve hikmetleri bilen zâtı nasıl bulacağız? “Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır” diyen S. Karakoç gibi, bu zâttan bir anahtar da kendimize nasıl talep edebileceğiz? Aynasını arayan bir dost olarak yollara nasıl döküleceğiz?
Ayna arayan bir dost... Arıyor, arıyor da, aynadan istedikleri o kadar çok ki... Sanki hayatı, hayatını, daha ötesi hayatını şekillendirmesini istiyor ondan. Belki bununla da kalmayıp ötelere açılan bir yol istiyor ondan. Ötelere, Rahman'a, Mirac'a götürecek bir ayna... Kendini görmek, ötelere gitmek için bir ayna bulmak... Gözler kendini görmekten aciz değil midir? Bu dost, aynada kendini, sağı sol, solu sağ misali görmek; madem gösterecekse gerçeği, gerçeğini görmek istiyor...
N. Şahinler, “Aynasını Arayan Adam” isimli eserinde yer alan manzum dizelerinde, kendisini ne eksik ne fazla yansıtacak, kusurlarını merhametiyle setredecek, umutsuz gecelerine muştular sunacak, yaratılışının inceliklerini kendisine gösterecek, özünü onun özünde ve yüzünde seyredecek, sırrını aşikâr kılacak, kibrit-i ahmer gibi bakırı altına dönüştürecek, her dem taze kalacak, paslanmayacak, tozlanmayacak bir ayna aramaktadır. Bu aynadır ki kendisini arayanlara Mirac'ın yolunu yansıtacak olan... Filibeli Ahmed Hilmi'nin, hayalin derinliklerinde yapılan bir yolculuğu anlattığı “A'mâk-ı Hayâl ” isimli eserinde merkezî konumda yer alan ve kırk elli kadar ayna parçasından süslenmiş yeşil bir takkesi olan “Aynalı Baba” işte böyle birisidir.
Kuşeyrî Risâlesi'nde geçtiği üzere sır, “Ruh gibi insan bedenine tevdî edilen bir lâtifedir. Kalb , ruh ve sır sıralamasında sır, ruhtan sonra gelir ve ondan daha lâtiftir. Kalp marifet, ruh mahabbet, sır temâşâ mahallidir.”
Mevlânâ Dergâhı'nda yer alan “hologram aynası”nın altında semâ edebilen zâtlar, bu aynanın sır dolu yapısıyla acaba hangi makamları temâşâ etmektedirler?
Sırr-ı tecelliyâta ulaşanlara yani Cenab-ı Allah'ın “İnsan benim sırrım, ben insanın sırrıyım.” şeklinde buyurduğu sırra erenlere selam olsun!
Sır olmak üzere, sırra kadem basabilen ve sırrın sırrına erebilen sır dostlarına selam olsun!