Bir gün Şakîk-i Belhî Hazretleri İbrahim Edhem Hazretlerine uğrar.
- Ey İbrahim! Geçimini temin hususunda ne yapıyorsun? diye sordu.
İbrahim Edhem:
- Bulursam yerim, bulamazsam sabrederim, diye cevap verdi.
Şakîk-i Belhî:
- Bizim Belh köpekleri de senin gibi yaparlar.
İbrahim Edhem:
- Ya sen nasıl yaparsın?
Şakîk-i Belhî:
- Benim elime geçerse îsar (başkalarını nefsime tercih) ederim, eğer elime geçmezse şükrederim.
İbrahim Edhem kalktı, Şakîk-i Belhî'yi başından öptü ve "Üstâdımsın" dedi.
Sabır deyince hemen aklımıza Bakara Suresi'nin 153. âyet-i kerîmesi geliyor olmalıdır. Âyette eksik hatırlama tehlikeli bir durum olduğu için olduğu gibi Türkçe'sini yazıp ardından Feyz'ül-Furkân'dan mealini yazmak istiyorum.
Âyet şöyle ki: "Ey imân edenler! Sabır ve namaz/dua ile (Allah'tan) yardım isteyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.
Feyzü'l-Furkân'da da bu ayetin açıklaması şöyledir: "Âyet-i kerîmede geçen sabır ve namaz, karşılaşılacak güçlüklerin çözülmesi için Allahu Teâlâ'nın yardımını sağlayacak bir vesiledir. Sabır; cesaret, zorluklara göğüs germek, direnmek anlamında da ahlâkî bir disiplindir. Namaz; gönlünde Allah sevgisi olan, O'na saygı duyan ve O'nun huzuruna çıkacağına inanan kimsenin imân ve itaatinin bir göstergesi, dinin direği ve kulu Allah'a yaklaştıran bir ibâdettir."
Bir de konu sabırdan açılmışken önceki gün Semerkand Tv de sabah yayınlanan Hanımlar Buyrun programında -çok acelem olduğu halde hikaye bitmeden ayrılamadım tv başından- bir bayanın anlattığı, bir hikâyeye denk geldim tevâfuken bu hikâyeciği de anlatmak istiyorum.
"Anlatan bayan yine bir bayanın başına gelen bir olaydan bahsediyordu. Yetim bir kız bir vesile ile biriyle evlendiriliyor. Gelin gittiği evde kayınvalidesi ile beraber yaşıyor. Kızın bir annesi bir de ablası var. Kayınvalidesinin kıza etmediği eziyet kalmıyor malesef. Öyle ki annesi veya ablası aradığında banyoda, burada değil gibi cevaplarla kız yanında olduğu halde kızı ailesi ile görüştürmüyor. Evden çıkmasına zaten müsaae edilmiyor. Ancak hastalık gibi mühim bir durumda dışarı çıkan kız, yaşadıklarını anlatırken bir evden çıkışı ile diğer çıkışında mevsimin değiştiğini, en son çıktığında kışken tekrar çıktığında baharın geldiğini gördüğünü, camdan bakmasının bile yasak olduğunu söylüyor. Bunca olaya sessiz kalamayan -tv de olayı anlatan- bayan ve kızın ablası artık dayanamayıp kızın boşanması isterler. Kız ise bunu istemez çocuğu da vardır çünkü artık. Sonra o gece kızın ablası bir rüya görür. Rüyasında bir kapı önünde o bayanla beklemektedirler. Kadınlar içeri girmek isterler ancak birileri engel olur. Artık çok merak ettikleri için ısrarla sorarlar içeride ne var kim var diye. İçeride o kız Efendimiz(sav) ile oturmaktadır. Ve o bayanlar içeri neden alınmadıklarını sorduklarında onlara siz sabredenlerden olmadınız cevabı verilir. Abla rüyasından uyanınca kardeşini arar rüyasını anlatır ve boşanmamasını ister."
Yazıcıdan notlar: Bu aralar sabır konusunu anlatmam gerekti galiba kendime. Çünkü bir gün boyunca üst üste "sabır" üzerine yazılar ve anlatılara denk geldim. Üstelik sabırsızlık ettiğim bir gündü sanırım :)
İlk kıssa "Kalemdârın Not Defteri" adlı kitaptan alıntıdır. Kitabı elime aldığımda vira Bismillah deyip nasîbe bir sayfa açtım, ve bu kıssa geldi. İlk okuyuşta idrâk etmesi biraz zor. Çünkü insanın kendini köpek yurduna koyması biraz zor, belki onlardan da aşağı olduğunu düşünmesi daha da zor. Ama bir yerde öyle değil miyiz? Ben kendi nefsime en basiti acıkınca sabredemiyorsam acele edip belki en önemli şeyleri bile ihmal edebiliyorsam, o zaman ne farkım kaldı o mahluklardan? Ne acı böyle olmak! Halbuki ah biraz isâr edebilsek, bir lokmanın hepsini verecek kadar olmasa da yarısını verecek kadar infâk edebilsek. Eskiden, iyi ama nasıl nereye vereceğiz diye düşünüyordum, hani komşumuzun halini bilmiyoruz, çevremizde de yok galiba öyle insanlar filan derdim. Sonra gördüm ki o kadar çok el var ki senin elinden alıp bunu görmeyip başka ellere ulaştırabilecek. Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek ya onlarda senin elini görmüyorlar. Yani ki alan el ile veren el arasında köprü olacak. O zaman bir lokma yerken arada bir de olsa Belh'in köpekleri aklımıza gelirse, belki hayır çeşmesi olan kumbaralarımıza yediğimizin sadakasını atabiliriz. (Evde her zaman bir kumbara bulundurup birikenlerle sadaka vermek bir çok belâyı def eder inanın. Ki her yediğimiz yaptığımız lüks için bir kaç lirada o kumbaraya atmak belki lükslerimizden vaz geçmemiz için de bir vesile olabilir.)
İlk kitabım dün Sevgili Dost'tan hediye olarak geldiği gibi, ikinci kitabım yani Feyzü'l Furkân'da ablasından hediye geldi :) Paylaşmayı seviyoruz ya hemen faydalanmak istedim (: Neyse konuyu dağıtmayım :) Mealde de Hasan Tahsin Hoca meâli gerçekten çok güzel yapmış. Genellikle bizim aklımızda âyetin "Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir" kısmı kalıyor. Ama aslında âyetin bütünündeki anlam muhteşemdir. Çünkü sadece sabır yetmiyor sabır namazsız, namaz da sabırsız olmuyor sanki değil mi? Efendimiz (sav) Mirac'a sabırla çıktı. Öyleyse mü'minin miracı namaz sabırsız olmaz. Peki namazda sabır nasıl olur. -Bu tamamen beni zannımdır- Namazda sabır ise sebât edip namaza devam etmekle olacaktır diye düşünüyorum.
Son olarak paylaştığım olay ise tamamen gerçektir ve ibretliktir. En azından ben dinlediğim de ciddi anlamda çok etkilendim. Sonra sabır üzerine biraz düşündüğümde çevreme günlük hayata baktığımda "sabırsızlıklarımın ve sabırsızlıkları" son safha olduğunu gördüm. Yemek gecikti diye sinirlenen baba, otobüs gelmedi diye içinden saymaya başlayan genç (bu ben oluyorum :)), reklam bitti diye tepinmeye başlayan çocuk, arkadaşı ile buluşacak olan gencin bekletildiği için triplere girmesi (buda ben :) vs vs gibi bir çok örnek çıktı karşıma en basit sabırsızlık örnekleri olarak. Bunların hepsi benim çevremde gözlemlediğim sabırsızlıklar. Bunlarda ne var diyebilirsiniz evet bunlar küçük şeyler. Büyük meselelerde sabretmemiz gerektiğini farkedebiliyoruz bazen ama bu küçük şeyleri önemsemeyip asıl kaybı yaşıyoruz. Beklemek sünnettir mesela, ama bekletince hemen küplere binip karşımızdakini kırıyoruz. Ne büyük kayıp değil mi? "Her şeyde bir hayır vardır" düstûrunu tam olarak benimseyemediğimizin apaçık göstergesidir bu.
Velhasıl kelâm, sabra sabredip, küçükleri birbirine ekleyip, büyük sabrılara ulaşmaya bakmak lazım geliyor galiba. "Nimete şükretmek, isâr etmek, infâk etmek kısacası ehl-i sünnet yaşamak" insanı sabra ve sabrın mükafatlarına götürecek en güzel yoldur. Ve son olarak yine bir âyeti kerîme'nin içinde geçen ve Efendimiz'in (s.a.v) Hz. Ebû Bekr Efendimiz'e (r.a) söylediği bir sözle bitirmek istiyorum. "Lâ Tahzen! İnallahe meana" yani "Üzülme! Allah bizimledir" Efendimiz (sav) kim bilir hangi sabrı tüketen ama sabredilmesi gereken bir durum için söylemişti bunu. Onların yaşadıklarının yanında bizimkiler bir "hiç" değil mi? İşte Efendimiz'in bu sözünü de kendimize sabredeceğimiz durumlarda önder eylersek, aşamayacağımız güçlük kalmayacaktır...
Minicik bir dipnot: Yazım biraz uzun oldu galiba umarım sıkmamışımdır, ama mühim bir konu olduğunu düşünüyorum :) Bir de bunun üzerine hâlâ sıkılmamışsanız
Lâ Tahzen adlı yazıyı okursanız ikisi bir arada daha da bir etkili olacaktır.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuh.
Emanet yalnızca Allah'a...
|